Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Aktörlük Sanatı, Sanat Kuramları, Görme Biçimleri
_Medeniyet, insanların ne kadar para kazandığıyla ya da kaç tane lüks arabaları olduğuyla ölçülmez. Medeniyetin para birimi Sanat’tır. Sanat aristokrattır ve sanatla uğraşan kimseler de yükselerek seçkinleşirler. Müzelerimizde ve kütüphanelerimizde korunan da sanatın ta kendisidir. Sanat Müzesi'ni ziyaret ettiğinizde göreceğiniz, insanların
Shakespeare, Moliere
_İnsan nasıl canını kurtarmak için kaçarsa bir ayıdan, ben de öyle kaçıyorum karım olduğunu iddia eden o karıdan. Ben artık kendimin değilim. Ben bir eşeğim. Bir kadının kocasıyım. Üstümde hak iddia eden kadına aitim. Siz nasıl atınız üstünde hak iddia ediyorsanız o da benim üstümde öyle. Bir hayvana sahip çıkar gibi istiyor beni. Hani beni bir
Reklam
Kama Sutra, Türkçe'de, "Sevmek Sanatı", 1913'te İstanbul'da iki cilt halinde basılmış. Hintliler'in aşk tekniklerini anlatan ünlü "Kama Sutra"nın Türkçe'ye ilk çevirisi. Çeviriyi, Ahmet Saib yapmış. Büyük bir ihtimalle, takma bir isim.
Sayfa 140
Yüksek aşk ve fikirleriyle imana kuvvet ve canlılık, kalblere heyecan ve insanlık, beşerî münasebetlere terbiye, nezaket ve zerafet getiren
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Mevlana Celaleddin-i Rumi
'nin Türk cemiyetinin ilerlemesinde hissesi çok büyük olmuştur. Gerçekten Mevlevî tekkeleri Osmanlı İmparatorluğu'nun her ülke ve bölgesinde asırlarca, Türk edebiyatı, sanatı, kültürü ve terbiyesinin feyz saçan ocakları, İslâmiyet'in kaleleri ve ileri karakolları vazifesini görmüştür. Mevlâna olmasa idi yüksek Türk cemiyet ve muhitlerini süsleyen millî müziğin çok yavan kalacağını hatırlatmakla sadece bir tesire işaret etmiş oluruz. Avrupa müziğinde kilisenin ve dinî müziğin rolü ne derece büyükse Türk müziğinde de Mevlâna ve umumiyetle tekkelerin tesiri buna benzemektedir. Asker bir millet olarak ordunun şetaret ve cesaretini arttıran ve saraylarda tekâmül eden laik müzik ile dinî müziğin bu kaynakları Türk müziğinin heybetini sağlamıştır.
Yüksek aşk ve fikirleriyle imana kuvvet ve canlılık, kalblere heyecan ve insanlık, beşerî münasebetlere terbiye, nezaket ve zerafet getiren
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Mevlana Celaleddin-i Rumi
'nin Türk cemiyetinin ilerlemesinde hissesi çok büyük olmuştur. Gerçekten Mevlevî tekkeleri Osmanlı İmparatorluğu'nun her ülke ve bölgesinde asırlarca, Türk edebiyatı, sanatı, kültürü ve terbiyesinin feyz saçan ocakları, İslâmiyet'in kaleleri ve ileri karakolları vazifesini görmüştür. Mevlâna olmasa idi yüksek Türk cemiyet ve muhitlerini süsleyen millî müziğin çok yavan kalacağını hatırlatmakla sadece bir tesire işaret etmiş oluruz. Avrupa müziğinde kilisenin ve dinî müziğin rolü ne derece büyükse Türk müziğinde de Mevlâna ve umumiyetle tekkelerin tesiri buna benzemektedir. Asker bir millet olarak ordunun şetaret ve cesaretini arttıran ve saraylarda tekâmül eden laik müzik ile dinî müziğin bu kaynakları Türk müziğinin heybetini sağlamıştır.
Meşk vermenin “san’atın zekâtı” ya da “mûsikî dehâsının farzı” olduğu şeklindeki ifâdelere gelenekte sıkça rastlanır. Mûsikîşinâsların bu durumu, yazı meşki veren hattatlarınkine çok benzer. Uğur Derman bu konudaki genel geçer yargıyı şöyle dile getiriyor: “Hattatlar asırlar boyunca öğretmek için para almadan, öğrenmek için de para vermeden bu san’atı yürüte gelmişlerdir. Öğretime maddiyatın girmesi ayıp, belki de günah sayılmış; bu ulvî faaliyet san’atın zekâtı olarak bilinmiştir. Sadece devlet yahut bir vakıf tarafından tâyin edilen muallimin bu maksatla maaş alması hoş görülmüştür. Mahalle mektebinde veya iptidai mektep de yazı sanatı ile karşılaşıldıktan sonra, buna alâka duyan herkese hat üstadlarının evleri bir meşkhane gibi muayyen günlerde açılmış, ama bu çalışma esnasında maddeye yer verilmemiştir”
Sayfa 78 - YKY (Yapı Kredi Yayınları)
Reklam
Osmanlı hânedanı kadar bütün zamanları boyunca sanatı ve sanatçıyı koruyup kollamakta süreklilik gösteren bir zümre, yahut devlet olmada sanatın yadsınamaz etkisinden istifadeyi ön plana çıkarmış bir millete zor rastlanır.
Osmanlı sanatı, mimarlığı ve tören düzeni, batılı ziyaretçileri Hıristiyan Konstantinopolis karşısında duyduklarına eş düzeyde hayranlığa sürükleyecek kadar zengin bir görsellik yansıtıyordu. Edward Lithgow 1640'ta şöyle yazacaktı: “O küçük dünyanın, büyük Konstantinopolis kentinin bakan kişiyi şaşkına çeviren gerçek bir ihtişam sunan manzarasını gözlemledim. O kent size öyle şeyler anlatır ki, dünyanın geri kalanina denk tutulmaz.' Osmanlı İstanbulu'nun duyarlı dokusu hiçbir yerde sultanların zaferlerini betimleyen sayısız minyatürden daha canlı anlatılmaz. Ana renklerin çiniler ve halılar üstünde olduğu gibi düz ve perspektifsiz kullanımıyla oluşturulan neşe dolu bir dünyadır bu. Saray kabullerini ve yemekleri, savaşları ve kuşatmaları, idamları, geçit alaylarını ve şenlikleri, çadırları ve sancakları, çeşmeleri ve köşkleri, şık işlemeli kaftanları ve zırhları ve güzel atları onlarda görebilirsiniz. Törensellik, ses ve ışıkla aşk yaşayan bir dünyadır bu. Koç dövüşleri, taklacılar, kebapçılar, havai fişek gösterileri; davullarını döverek, borularini çalarak sayfanın bir ucundan ötekine kızıl bir ışıltı gibi, ama sessizce ilerleyen mehteran bölüğü; Haliç'i gemilerin direkleri arasında gerili iplerin üstünden yürüyerek geçen cambazlar, şık işlemeli çadırların önündeki beyaz türbanlı sipahi alayları , kentin mücevherler gibi ışıldayan haritaları ve rengin olanca canlılığı minyatürlerdedir.
Sayfa 373 - AprilKitabı okudu
Münih’in beğendiğim ikinci özelliği trafikteki düzen oldu. Burada üç kişiye bir araba düşüyormuş. Bizimkilerin de arabası vardı. Şehrin içinde ve dışında arabaların gelip gidişi parmak ısırtacak bir intizamla oluyordu. Korna çalmak yasağı olmadığı halde korna binde bir, meselâ önde giden bisikletli çocuğu uyarmak için çalınıyordu. Caddelerin,
14 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.